Advertisement 300 X 250

19 Aralık 2010 Pazar

27 Ağustos 2009 Perşembe

Askeri bando Mazlum Doğan’ı çalarsa!!

Dün gece arkadaşlarla oturduk haberin başına.Kürt medyasına dair kanalımız yoktu.Umutsuzluk içinde sıra ile mazur kalacağımız ordu,türkiye,tek,uniter,şehit,açılım,kürt,erdoğan,bahçeli,baykal sözcüklerinin karşısında gardımızı aldık.Neyse siyaset haberleri geçtikten sonra Diyarbakır ile ilgili bir haber verildi.Çok şaşıracaksınız,birazdan sloganı ile.E bizde diyarbekir mala me ye,ew mesken û warê kalê me ye deyip bekledik.
Haber geldi.Askerin kürt açılımı başlığı ile.Bu aralarda cidden tadı kaçtı.Şu açılım lafı artık öldürüyor beni.En ufak muhabetlere bile espri oldu.
-nereye gidiyorsun?
-tuvalet açılımı yapıp gelecem.

Haberin içeriği aslında ilginç.Diyarbakır askeri bandosu 30 ağustos zafer bayramı etkinlikleri kapsamında Valiliğin hemen önündeki anıt parkında bir dinleti veriyor.
Ne dinleti ama..
Bi kere anlamadığım 26 ağustosta neyin kutlmamasını veriyorsun?
Anıt parkı bilenler bilir.Çekirdekçi doludur ve vilayete doğru giderken kestirme yoldur.Hergün yüzlerce insan oradan geçer.Diyarbakır’ın herhangi bir yerinde asker konser verdiğinde kimsenin iştirak etmeyeceğini sağır sultan bilir.Sadece uniformalılar ve yakınları gider.
Haberde deniliyor ki yoğun ilgi vardı.Meraklı bakışlar.
Valla Diyarbakır’da bir yerde bomba var,patlayacak de;hemen oraya yüzlerce kişi koşar,asker bando çalacak helede kürtçe müziği seslendirecek ve millet merakı etmeyecek.Kameranın bize gösterdiği sadece etraftaki çocuklar.Başka bişi yok.Hepsi oranın boyaxçisi,çekirdek satıcısı vs.
bir arkadaş hemen atılıyor..
-Olaylarda çocuklar kullanılıyor denilip duruyor.Şimdi de çocukları kendi haberlerine alet ediyorlar.Rant sağlıyorlar..
..
Müsadenizle ben habere geçeyim.
Bandonun seslendirdiği şarkılar arasında “canê canê” de var.Hani Şivan Perwer’in söylediği parça.
Bu parçanın sözleri Delil Doğan’a ait.Delil Doğan’ın hayat hikayesi hakkında tam bir bilgim yok.Kendisinin Mazlum Doğanın abisi olduğunu ve Karakoçanda devrimci roller üstlendiğini,nihayetinde de PKK’nin öncü kadrolarından biri olduğunu biliyorum.
Canê canê parçasını bilmeyen yoktur.Bilmeyen varsa buradan buyursun.
Sözlerini aşağıda verirsek:
canê canê canê, were meydanêdilê min pir xweş e bi vî dîlanê bi vî dîlanê
dîlan e şoreş e, herkes pê serxweş eerd û ezman şên bûn bi vê dîlanê bi vî dîlanê
keç û jin û pîr tev, xort û mêr hatin bi revdest û mil tev dan hev li vê meydanê, li vê meydanê
dîlan gelek xweş bû, delîl pê rûgeş bûdilê dostan geş bû bi vê dîlanê bi vê dîlanê
dikkat ederseniz en sonda delil adı da geçiyor.Bu şarkıyı kürt direniş sembolu ve aynı zamanda kardeşi olan sevgili Mazlum Doğan’a yazmıştır.
Daha sonra ibrahim tatlıses çok geç kalmadan hemen türkçeleştirdi,ve tanımayan kalmadı gibi.
Parçanın özdeşleştiği asıl isim ise Şivan Perwer.O seslendirip ölümsüz bir nefes verdi.
..
Tabi şimdi nereden bakarsak bakalım ortada ironi var.Saçma sapan bir durum söz konusu.Askeri bandonun cehaleti bir yana,ki iyiki cahillermiş.Yarın ertesi gün kalkıp “berxwedan xweş doz e” derse ve “bijÎ bijî apê” me melodisini çalarsa ne yapacaz?
Çok duyarlı çok hassas çok kuzzulkurt sevgili askeri camianın cehaletini görmek açısından çok ilginç oldu bu olay.Asker açılımı da böyle bir şey olsa gerek.
Belli mi olur belki yarın Diyarbakır askeri bandosu ile Argeş yada Awazên Çiya grubu da düet yapar..şaşmam!
Ertesi günde orduyu üzerlerine salıp way siz misiniz bizimle şarkı söyleyen deselerde…şaşmam!!
..
En yakın zamanda Miradko’nun cinsel içerikli parçalarına el atıp dünyanın kaç bucak olduğunu öğrenmeleri dileğiyle..

Düğünlerde ortaya çıkma

Kürt düğün kültüründe başı çekmek büyük bir sorumluluktur ve bazen yeteneğin tarifi yoktur; Errrikkk der geçersin.Var olan yeteneğin genelde değerlendirilemediği nadir alanlardan biride,yani “anlık şöhret” getiren ve saygı anlamında daha çok tercih edilen bir yetenek çeşidi de;başta Diyarbakrır folklorunda görülen “ortaya çıkma”dır..Ortaya çıkma en kaba tabiri ile er meydanına çıkmadır.
Kürt düğün kültüründe başı çekmek büyük bir sorumluluk dedim.Babamların anlattığına göre eskiden “halay başı” için ölümler bile olmuş.Yani başı çeken birinden başı almak,kendisine hakaret sayılırmış.Biraz düz mantıktan gittiğiniz zaman şöyle bir anlam biçebiliriz; evet başı çeken adam o elindekilerinde bir nevi yol göstercisidir.O kişi onları nereye sürüklerse yada el ve kol figürleri ile ne kadar hız,biçim katarsa geriside ona uyacaktır.Ekip ona emanettir.Tüm gözler onun üzerinedir.İlgi merkezinde olduğu içinde bakan gözlerin hakkını vermek zorundadır.Buda oyuna katacağı kişisel figürlerdir.Evet bu figürler bu baş olayının da esprisi ve asıl savaşın yaşandığı kısımdır.
Ortaya çıkan adam; hünerlerini göstermek zorunda.O an çalan müziğin ritmini yakalamak zorunda,yada kendisinin yapacağı hareketleri çalan ekip yakalamak zorunda.Burada da muazaam bir iletişim var oynayan ve çalan arasında.Oturuşlar,diz kırışları ve ertesinde gelen tını birbirini tamamlamak zorunda.Yoksa bir anlam ifade etmez,etmeyecektir.Eskiler için belki çok ciddi olan bu meseleler şuan da çok değerli ve anlamlı.Bazı şeyler değişti,bazı şeylerde tam gaz devam ediyor.Artık başa geçmek zor iş değil.İsteyen geçiyor ve baştaki de ona gerekli saygıyı gösteriyor yani silah çekmiyor.Değişmeyen şey ise elbette ekibi taşımanın sorumluluğu ve senden beklenen beklenti..
Günümüzde de kıran kırana devam eden bu gelenek gençler arasında çok popüler.Özellikle kenar mahalle denen yerlerdeki gençler bu işte çok iyi.Çünkü hayattan ve ona hor bakan gözlerden bir intikam almadır.Bir ödeşme şeklidir ortada oynamanın getirisi.Ben varım diyebilmenin bir yoludur,gerekirse bir kızı etkilemenin de en güzel yoludur.En güzel oynayanlar en fakir fukara kesimden olup ve genelde hiç ama hiç folklor eğitimi olmayanlardır.Kıvraklıkları onlara saygı getirir bunu bildiklerinden iyi değerlendirirler.Düğün çok uzak bir yerde de olsa gitmeyi göze alırlar.
İlginç bir şekilde az ruhani bir halide vardır,düğünlerde gördüğümüz oynayan nice insan;o anın aşkı ile kendini kaybedebiliyor.Ortada oynamanın ilk şartı “hissetme”dir.Hisedip ona şekil verdiğiniz kadar ustasınız.Yani gelen müzik aslında ham ama ona şekil veren ortadakidir.Bir taş ustası gibi bir güzel yontuyor onu.
Kadınlarda oynar,hemde en hasından.Cigerxwîn bu durumu zaten yıllar evvel açıklamıştı ya.Ne demişti ?
Şêr şêr e,çi jin e çi mêr e !
Durum bu yani..

Kürtçe Konuşan Kardeşlerimiz(!)

mhp genel başkanı bahçeli’nin konuşmalarında kürtlerden bahsederken sarfettiği kürt demekten kaçınmak maksadıyla zırvaladığı söz. bir insan “devlet bölünecek” kaygısıyla nereye kadar kaçabilir, kürtlerin varlığına nereye kadar gözlerini yumabilirin “kart kurt”tan sonraki en büyük göstergedir. yahu kardeşim kürtçe konuşan vatandaşlara kürt denir. sorunun çözümü için hiçbir adım atmayacaksın anlaşılıyor. ki çözüme katkı sunmana dönük beklenti çok alt düzeyde. ama bari sürekli “kürtçe konuşan kardeşlerimiz”, “kürtçe konuşan vatandaşlarımız” gibi saçma sapan sözcükler türetmeyin. yok kürtlerin derdi işmiş, aşmış, vs vs sözleriniz de ayrı komik oluyor. oradaki hangi dinamikten oy aldınız, kaç milletvekiliniz var ki bölgeden de böylesi rahatça tespit yapılıyor onu da anlamış değilim.
bir kürt olarak emin ol ki kürtlerin belki de tamamı “kürtçe konuşan kardeşlerimiz” yerine “kürt vatandaşlarımız”, “türkiyeli kürt vatandaşlarımız” sözlerini daha anlamlı bulduğunu belirtebilirim. en azından kürtçe konuşan bir kardeşin(!) olarak bunu ciddiye alacağınızı umuyorum.

Uğruna beklenilecek güzel şey!

Sormuştum ona “neden burada bekliyorsun ki? Memlekete gitsene,lanet olasıca bu yerde hiçbir şey yok..Uğruna duracak ne var ki bu yazın ortasında?”
Sakin ve tek cümle ile cevap vermişti. “Belki de uğruna beklenecek çok güzel bir şey vardır,bu beklemeye değecek bir şey”
..
Konuyu kapattık.Ne diyebilirimdim ki !
Son muhabbetimizde bu diyalog geçmişti.Aklımda da kalan cümle bu..
Ben kendi içimden o kendi içinden muhasebesini yaptı o sessizlikte.Karşılıklı oturduğumuz o sandalyelere gömülü halde gecenin serinliğine çaylarımızın tadını bıraktık.Elbette kaldığımız yerden sıkılan bir olaraktan ve elleri bağlı olduğu için oradan çıkamıyorken ben,onun böyle bir durumunun olmaması,beni o kızgın duygu ile hareket ettiriyordu..
Sık sık gelirdi yanıma.Güzel bir muhabbetimiz vardı.Değişim dönüşüm geçiren ve gündemi takip eden,değerler konusunda bir şeyleri kendi çapında raya oturtma çalışan biri idi.Tartışırdık illa ki..Genelde siyasetti konu.
Değişimini takip edememekle beraber,konuşmalarımızdan ciddiyeti koruyarak istediğimiz seviyeye indirip çıkabiliyorduk her konuda.
Onda gözlemlediklerim vardı.Kaç sefer dedim diyeceğim ama diyemedim.
Uygun konu açılmadı bir türlü.Ciddi ciddi eleştirilerim vardı kendisine.
Kırabilirim diye düşündüm,yada nasıl tepki vereceğini kestiremedim.
Beraber geçirdiğimiz gecelerin,gündüzlerin,yolculukların aynı tabakta paylaştığımız iki lokma ekmeğin hatırındandır belki ona söyleyemediklerim.Beraber yıkadığımız bulaşıkların yada ansızın gelen telefonuna “hayırdır” diye soruşuma “öylesine,seni sormak” için demesinin bıraktığı gülümseme idi belki de..
Kışın o soğuğunda aynı atkı ile çamura batan ayaklarımıza bakarak aklımıza ettiğimiz sitem idi.Bilmiyorum,bilemiyorum..
Son görüşmemizin üstünden yaklaşık 10 gün geçti.Ses seda yok.Aradım,ne yapıyor ne ediyor diye.Tel kapalıydı.
Olabilir.
Ertesi gün tekrar aradım.Yine yok
Yirminci güne girdik halen yok.
Ne oldu buna?Arkadaşlara soruyorum,onu yakından bilen birkaç kişi daha vardı,bizde görmedik ama iyidir gibisinden bir şeyler sölediler.
Bir yere gitmiştir,tatil falan yapıyordur belki dedim.
Ve daha onlarca olasılık..

Olasılıklar denizinde ve geçmiş anılar arasından ip uçları bulmaya çalışırken bana gelen yabancı bir tel ile durumu daha iyi kavradım
Arayan akrabası idi.
Bir hafta boyunca aradılar,sordular ettiler.Hiç bir şey diyemedim.
Bir yandan annesi ağlıyor benden bir umut bekliyor,bir yandan babası yalvarıyor.
Çok kötü bir duygudur.
Anladım ki onların duygusal bağına kapıldığım an içinden çıkamayacağım.
Bilmiyorum,haberim yok dedim.Yüz üstü bıraktım onları.
Çarem yoktu, en mantıklısı bu idi.
..
Devam eden günlerde de haber alınamadı.Yoktu piyasada.
Aynı hafta içinde iki sefer rüyama girdi.
Ansızın kalkıyordum,üzerimdeki ruh halini anlatamam.
Gözlerim yaşlı yatağa doğruldum iki üç sefer.Onu rüyada görmek beni çok kötü etkiliyordu.Ona en yakın olduğum an idi.
Ama anlıktı işte.Bana kalan gece ağlamaları oldu bir iki sefer.Sonra nasıl olduysa uyku.

Gitmişti,sevdiği,hep bahsettiği,şarkılarını dinlediği o arkadaşlarına gitmişti.
Yaşamı uğruna ölecek kadar seven dostlarının yanına gitmişti.
Ve bana;
“Belki de uğruna beklenecek çok güzel bir şey vardır,bu beklemeye değecek bir şey” diye bir hatıra bırakmıştı..
Şimdi buradan daha çok nefret ediyorum.

Herkese vereceyiz, hema Baykal’a vermeyeceyiz

22 temmuz 2007 seçimlerinden önce diyarbakırda “sokağın nabzını tutan” bi muhabir, kahve önündeki “kursi”lerde oturmakta olan yaşlı adamlara yaklaştı ve içlerinden birine sordu:
-amca bu seçimlerde kime oy vereceksiniz?
Muhtemelen dtp seçmeni olan amca da tvde partisini söylemenin sakat olduğunu düşünerek, politikliğin de dibine vurarak şu süper cevabı verdi:
-herkese vereceyiz. DTP’ye vereceyiz, AKP’ye vereceyiz heta MHP’ye vereceyiz. Hema Baykal’a vermeyeceyiz.
Diğerlerini parti olarak CHP’yi de Baykal olarak söylemesi bi yana, Diyarbakır halkı da amcayı haklı çıkaracak biçimde CHP’yi hem 2007 hem de 2009 da tabiri caizse sandığa gömdü.
Sadece Diyarbakır’da da değil, aynı sahne tüm bölgede tekrarlandı…
Irkçı – milliyetçi değil- politikalarında ısrar eden bir partinin o bölgede başarılı olması da mümkün değil zaten… Aksinin gerçekleşmesi şaşırtıcı olurdu anca.
Bunun da tek suçlusu bana göre Baykal ve çevresinde bulunan 1930 model zihinlerdir.
Bu zihin, daha açıklanmayan bi pakete bile en sert şekilde muhalefet edebilecek, Irkçılığa mahkûm olmuş bi zihin maalesef.
Baykal ve şürekâsı, hükümetin üzerinde çalıştığı açılım paketinde olup olmadığı bile belli olmayan bir halkın en doğal hakkı olan anadilde eğitim hakkına şiddetle karşı çıkıyor. “ milli eğitimde etnisite olmaz! Milleti böler, ırkçılıktır” diyor.
Sanki milli eğitim çok temiz, ırkçılıktan şiddetten, paronayadan arındırılmış bi müfredata sahip de Kürt dili ile eğitim yapıldığında ırkçılık oluyor.
Eğer bir ırkçılık varsa o da bugünkü milli eğitim müfredatının tam ortasındadır. Herkesi Türk gibi yetiştirmeyi amaçlayan, sırf Türklük propangadasının yapıldığı, Türkler dışında dostun olmadığını anlatan, geri kalan kavimlerin hepsinin kötü olduğunu söyleyen, Türk kahramanlıklarıyla süslü bir müfredat ırkçı değildir de nedir?
Bakın size samimi bi anımı anlatayım. Ben lise 1 e kadar tarihte edebiyatta gördüğüm tüm karakterleri Türk sanıyordum. Adının “gavur” adı olmadığına kanaat getirdiğim kim varsa o Türktür diyordum.
Kendim Kürt olmama rağmen Kürt teali cemiyetini, milli birlik ve bütünlüğe zarar veren kuruluş olarak biliyordum.
Diğer halkları da örneğin Ermenileri, Rumları, Rusları falan da Türkiye cumhuriyeti üzerinde kötü emelleri olan halklar olarak biliyordum.
Neden? Çünkü 1930 daki ırkçı zihniyet böyle düşünüyordu. Günümüz eğitim sistemini şekillendiren 12 Eylülcülerin de sahip olduğu bu zihin sayesinde kendi kimliğime düşman, kendi kimliğini bilmeyen biri haline gelmiştim.
Ben bugün o zamanki saçma fikirlerimden kurtuldum ama ya diğerleri? Çevrenize bi bakın lütfen eğitim seviyesi ne olursa olsun bu bahsettiğim ırkçı söylemlere inan ne kadar çok insan olduğunu göreceksiniz.
Chp 2 açıdan önemli. Hem de çok önemli. Birincisi chp bürokrasinin askeriyenin partisi. Memleketin iktidarı değil ama muktediri.
İkincisi ise CHP birçok Kürt siyasetçi ve aydının zamanında siyaset yaptığı bi kurum. Örneğin Ahmet Türk, Ape Musa gibi insanlar o zamanlar sosyal demokrat olan CHP de siyaset yapmış. Kürtlerin her türlü hakları için mücadele etmişlerdir. Tarihi bi bağımız da var yani kendileri ile.
Ama gel gör ki chp bugün MHP den daha milliyetçi ( pardon ırkçı) bi parti olmuş durumda. 90 lı yıllarda “ Kürt raporu” yayınlayan Baykal’dan umutlu olan Kürt halkı,onun kronik ırkçı muhalif tavırlarına şimdi nefret duyguları besliyor. Adını içinde mutlaka küfür geçen cümlelerle anıyor artık.
Baykal bu tavrını terk etmedikçe, Kürt konusunda gerçekten samimi ve halkın istediği şekilde adımlar atmadıkça, halkın ihtiyaçlarını doğru değerlendirmedikçe bölgede tabela partisi olmaya mahkum.

Hozanlığın Sıradanlaştırılması Üzerine

Ara ara beynimin kıvrımlarını karıncalaştırmasına karşın üzerinde son döneme kadar ciddi ciddi oturup düşünmemiştim. lakin kürt müziğinin çağdaş pirlerinden olan Şıvan Perwer bu karıncalanmanın geçici olmadığını ve gittikçe artan bir rahatsızlığa dönüştüğünü gösterdi. bu rahatsızlığımı dile getirmektir maksadım. peşin peşin söylüyorum. doğrudan kimseyi hedef almaksızın yazacağım. gerektiği noktalarda isim de vereceğim. bu noktada dileyen dilediği gibi alınabilir.
öncelikle Şıvan Perwer’in rahatsızlığını belirttiği ropörtajından o kısmı aktarmak faydalı görünüyor.
“Kürt sanat camiasında bir kimlik sorunu yaşanıyor. Bakıyorsun herkes kendisine “Hozan“ diyor. Bu çok büyük bir yanılgıdır. Herkes sanatçı olabilir, şarkı söyleyebilir. Ama “Hozan“ olamaz. Çünkü “Hozan“lık ciddi bir sorumluluktur. Filozofluktur, bilim insanıdır. Toplumun öncüsüdür. Hani bugün kim bu kriterleri yerine getiriyor. Onun için herkese “Hozan“ denilmekten vazgeçilmelidir. Kürt kültür kurumları ve televizyonları bu ortamın yaratılmasına izin vermemelidirler. Biz, ancak Kant’a, Shakespaere’re, Galilei’ye, Ehmedê Xanî’ye, Feqiyê Heyran’a ve Cîgexwîn gibi isimlere “Hozan“ diyebiliriz.”
ilgili ropörtaja buradan ulaşabilirsiniz: http://www.firatnews.com/index.php?rupel=nuce&nuceID=12488
90′lı yıllar sonrasında Hozan Serhad’ı dışarıda bıraktığımızda Hozan sıfatını en çok yakıştırdığım ender sanatçı olan(sesini çok beğenmem benim bu düşüncemde duygusal davranmama yol açmışsa bile, duruşu tavrı, söylemi de bu düşüncemi destekler niteliktedir.) Hozan Dino’nun belirttiği üzere “Hozan” kavramı “Xwe zan” yani “kendini bilmek”ten gelmektedir. ferhengteki karşılığı ise bildiğiniz düz anlamı ile anılmaktadır. yani hozan=aşık
evet temel anlamı bana daha doğru geliyor. ama buradaki aşığın içini doldurduğumuz zaman hozan sıfatının önemi daha bir anlaşılır olmaktadır. bunu somut anlamda aşık mahsuni şerif ile doldurmak mümkündür.
şimdi bize dönelim. google’de hozan yazıp tarattığımızda ilk sayfada çıkan sonuçlara baktım. şöyle bir sonuçla karşılaştım.
hozan beşir, hozan dino, hozan kawa, hozan remzi hozan serhat, hozan diyar, hozan aydın, hozan fate.
youtube’da yaptığım “hozan” aramasında yukarıdaki sonuçlara ek olarak, hozan seydo,hozan sipan, hozan çaçan, hozan cane, hozan şiyar, hozan hesen, hozan helbest(hele hele isme bak hele:)), hozan berbang, hozan serdar, daha uzayıp gidiyor. bunlar sadece iki sayfada çıkan sonuçlar..
şimdi bir yandan şıvano’nun hozanlık ile ilgili söylediklerine bakıyorum, bir yandan hozan dino’nun hozan tanımına bakıyorum, bir yandan aşık manasına gelen hozan’ı düşünerek hozan serhad’ı aşık mahsuni şerif’i düşünüyorum, sonra bu yukarıdaki hozan enflasyonuna bakıyorum.
sonra aklıma kimler gelmiyor ki… mıhemed şexo, arif cizrawi, hesenê cîziri, şakiro, karapete xaco, aramê tiqran, zahiro, huseno, ayşe şan…. uzar gider. bunlar bugün acaba hala yaşıyor olsalardı yada içlerinden yaşayanlar bu kadar popülist olur muydu? iki stran çığırınca hemen sanatçı olmasından kaynaklı edindiği yeni isminin önüne hemen hozan sıfatını getirenler kadar popülist yaklaşır mıydı?
benim bildiğim bir sanatçının bir sıfatı varsa bu sıfatın dinleyici kitlesi tarafından, halk tarafından o sanatçıya verilmiş olması gerekiyor.
bence hozanlık bir yaratım işidir. sanat yaratımı ile halkı yönlendirme, uyanık tutma, gerekirse bedel ödeme işidir. halkı için zalimin zulmünü teşhir eden, halkının kaybolmaya yüz tutan kültürünü ayakta tutmaya çalışandır. ama bunu var olanı tekrar ederek değil, yeni yeni şeyler yaratarak yapmalı. bir bilge adam oluş sürecidir hozanlık.
şimdi yukarıda isimleri geçenlerin bir kısmını tenzih ederek, ilk kez gözüme çarpan ve çok afilli isimlerle birleştirerek hozanlık kavramını alanların yaratımları nedir hozanlık adına? bir şakiro mu? bir mıhemed şexo mu? bir hesenê cîziri mi? hayır hakikaten sanatınızla ilgilendiğim, sanatınızı eleştirdiğim filan yok. benim derdim birçoğunuzun yetersizliğini hozanlık sıfatı ile doldurmaya çalışmanız. benim derdim bu halkın sizlere layık görmediği, sizlere bahşetmediği bir sıfatı iki şarkı söyleyince tapulamanız..lütfen sanatınız sizin olsun hozanlığı geri verin bizlere. biz sizlere layık gördüğümüzde zaten doğallığında o sıfata layık olursunuz…
ne bileyim bence Hozan Serhad bu manzara karşısında kendisine Hozan dendiiği için pişman olurdu yaşasaydı.. çünkü o kadar ayağa düşürüldü ki bu güzide kavram. şarkı söyleyen, iki tv gören, youtube’da iki videosu dinlenenin kendisine hozan sıfatını layık görmesi onun da zoruna giderdi. lütfen eğer bu halka bağlı olduğunuzu düşünüyorsanız bırakın hozan sıfatını, halk layık görürse zaten size hitap eder öyle…
lütfen hozan kavramını ayağa düşürmeyin ve Şıvan’ın sözlerini yeniden gözden geçirin. sevmeyebilirsiniz ama sevmiyorsanız bile söylediği yanlış demek değildir.
sonra oturup şunu dinleyin:
Hozan Serhad-Hewler