Advertisement 300 X 250

17 Temmuz 2009 Cuma

Sonbahar | Bir yaşama ağıt !

Sevgili Özcan Alper’in Sonbahar’ını geç de olsa gidip izleyebildim. Soğuk bir kış gecesinde bir nebze de olsa içimizi bir ısıtıp bir serinletip tadında bir film verdiği için öncellikle kendisine teşekkürlerimizi sunuyorum.

Filmin konusunu kısaca hatırlatacak olursam; Hayata dönüş operasyonu sonrası köyüne dönen Yusuf’un, bizden tanıklık edilmesi istenen kesitsel hikayesi.

**

Filmi tek açıdan ele alıp incelemek zor. Politik, psikolojik, sosyolojik ve yer yer felsefi bir yapım. Film; bir dönemin politik pitoreski üzerinden, birey psikolojisine inerek ve bunu subjektif bazda dibe götürerek, Artvin’in ruhu ile birleştirilerek önümüze bir şeyler sermiş görünüyor. Bu karışımdan herkes kendince bir şeyler buluyor. Bu anlamda filme bakıldığında “bu film politiktir, bu film doğa filmidir, bu film psikoloji filmidir, bu film aşk filmidir” gibisinden pek çok görüşe kapısını açıyor.

Benim anladığım ise filmin tür kaygısına girmediğinin bariz oluşu. Çeşitli semboller ve şifrelemeler kullanılmamış değil; ama bunlar gerekli yerlerde ve zamanda bize sunulmuş. Bu da yönetmenin “bu benim sadece sinemasal çığlığımdır, duymak isteyen duysun” mealine göz kırptığını gösteriyor.

Sonbahar bir ağıt filmi. Ağıt filmi olduğunu Yusuf ve Eka’nın iskeleden olduğu sahneden çıkartabiliyoruz. Çünkü Eka’nın üzerinde kırmızı bir mont vardır ve iskelededir. Bu sahneye sinema severler uzak değildir; Requiem For A Dream (Bir rüya için ağıt) filminin bariz izleridir bunlar. Kamera arkadan ikisine döndüğünde ağıtsal metafor gözden kaçmıyor. Tek bir fark var; o da yönetmen burada bir rüya’ya değil, gerçek bir yaşama ve yaşanılmışa ağıt yakıyor olması..

**
Şimdi izninizle biraz filmi deşelim..

Yusuf operasyonun etkilerini yaşamış bir mahkum rolünde. İlk etapta polis kayıtları ile giriş yapan film, hemen ertesinde Yusuf’un çıplak ayağı ile doktor revirindeki muayenesi ile devam eder. Kanımca filmin en mühim noktalarından birisi de tam bu kısımdır. Çünkü soru işareti doğuyor.

Doktor Yusuf’a 309. maddenden bahsediyor ve ciğerlerinin iflas ettiğini söylüyor.
(309.maddeye baktım anayasanın ihlali ile ilgili bir madde, sanki yanlışlık var gibi.. neyse). Bu söylemden hemen sonra Yusuf dışarıda görünüyor. Artık özgür biri..

Acaba Yusuf o maddeden mı yararlandı? Yoksa ciğerlerinin artık iş göremez ve gidici olduğunu bildiği için doktor tavsiyesi ile salı mı verildi?

İlk sorunun cevabı evet ise film Yusuf’un ağıtı olmaktan çok, Yusuf’un “hayalinden” öte bir kurmaca değilmiş, ki buda ayrı bir lezzet..

Filmin ilk yarısı özetle hapisten yeni çıkmış bir adamın gelip ücra bir kıyıdaki köyünde yalnız kalmış anası ile geçirdiği vakit. Bu süre zarfında olması gerekenler net olarak verilmiş. Yusuf’un uzun bir yolculuktan sonra vardığı köyünde ilk dokunduğu canlı köpekleri olur. Köpek yağan yağmurdan ve yorgunluktan olsa gerek Yusuf’un genel halsizliğini yansıtır gibidir ve Yusuf ona dokunduğunda tepkisizdir; bu durum Yusuf’un annesinin ona dokunduğu zamanki tepkisizlikten farksızdır. Yusuf yaşayan ölü bir ruh gibi sadece doğadan zevk alabilmektedir. Kamera onun baktığı doğadan bize cömert manzaralar sunar ve filmin fotoğrafik yönünü gözler önüne serer. Bu kısımların da başarılı olduğunu söylemekte fayda var. Yani Karadeniz‘deki doğa ana kendisini sergilemekten çekinmemiş. Yusuf ne kadar kapalı ise, doğa o oranda açık ve bize dönük. Burada da Yusuf ve doğa arasında bir denge söz konusu. Birbirlerini tamamlamışlar.

Yusuf hasta ve geceleri yatamamaktadır. Bir zamanlar sosyalizm peşinde koşan bir üniversite genci iken, şimdi o heyecandan zerre yok. Sonunu bilen adam, o monoton yaşamından, ara sıra flashbackler olmakta ve bu flashbackler sadece “hapise” yönelik olandır. Zira travma derindir ve aşkı Neslihan bile aklına gelememektedir. Kalkan coplar, feryat figanlar ve bunların ortasında kalkan bir el.. ve bir zafer işareti..

Birey psikolojisinin ve yalnızlığının, özellikle kalabalık içindeki yalnızlık, Yusuf ‘a sinmiş halinin fotoğrafı çok geçmeden servis edilir izleyiciye; Yusuf tek başına, kendisi ile satranç oynamaktadır. Bu bölünmüş kendisinden başkası değildir. Parçalanan beyin hücrelerinin,duygularının,yeni kişiliklerinin bir araya gelip çoğaldığı bir anın simgesidir.

Film çaktırmadan sizi Yusuf’un ölümüne onun gözünden hazırlıyor. İlk olarak kargalar öter. Yusuf bunu net bir biçimde görür, sonra annesi babasının mezarında dua ederken görür. Aslında olağan şeylerdir ama benim için izlerken öyle gelmemişti, hepsi işaretler yığını idi.

Film köy manzarasından şehre indiğinde yeni bir yalnızlık ve drama ile Eka gerçekliği ile tanışırız. Bedenin sömürüsüne inat kızının sesi ile mutlu olan ve bekle beni diyen bir “anne”. Yaşadığı yörenin halkının tabiri ile oruspu. Oruspu bir anne.. Yusuf ile tanışması geç olmayacaktır. Bu tanışmanın salt cinselliğe dayalı olmadığını hemen anlıyoruz. Çünkü Yusuf’un ağzından “ben böyle bir şey istemiyorum” cümlesi dökülür.. Ve Eka’nın Yusuf’a vurulduğu yer de tam olarak burasıdır. İki farklı hayat, iki farklı dünya ama “aynı duygular”..

Yusuf şehre inmeye devam eder, yatakta yan yana yattığı bayanın toplumsal gerçekliğini sunduğu sokak ortasında “yüzünü çevirerek” ikilemi yaşatır bize. Aslında bizlerin masum olmadığını söyler, başka bir şey değildir bu. Yüzünü döndüğü yeni bir yer vardır o da hırçın dalgalar. Suyun saflığı ve hırçınlığı belki Yusuf’un kalbinin attığı şeyden başkası değildir. Bir yandan büyük bir coşku bir yandan da artık yitirilmiş bünyenin yerinden oynayamıyor oluşu.

Bunlar filmin ikinci kısmının gidişatıdır. Yusuf nefes darlığını test etmek ister ve yayla yolunu tutar olmayacak bir zamanda bir havada .Yükseklere çıktıkça kar belirir ve Yusuf tükenir.. Burada da kar ölüme bir göndermedir, ölümün rengidir ve Yusuf ondandır ki fazlasıyla ona dalmaktadır. Kar ile kefen göndermesi yapıladursun yayladan hemen indikten sonra köyde bir ölümün oluşu da kafamdaki bu simgeyi biraz daha haklı kılıyor.. Yusuf katıldığı bu cenaze töreninden bir şey anlamaz ve yönüne ters çevirir. Geriye tek bir şey kalmıştır. Bunca olup bitenden sonra arabayı bir gün bir kenara çekip avazı çıktığı kadar bağırmak… ve bağırır !

Eka ile yataktadır Yusuf, son sığındığı kişidir Eka. Ve çırılçıplak uzandıkları yatakta ikisi ceninin anne karnındaki konumudur. Bu sahne de; Requiem For A Dream filminin en unutulmaz sahnesinin çoğul halidir. Eka ile Yusuf anne karnına geri dönmek isteyişinin ifadesidir. Bir batışın, çaresizliğin, sonu belli hayatın sığındığı cenin pozisyonudur. Safçadır, masumcadır, ölümcedir..

**

Yusuf bir tulumu eline alır ve çalar.Sesi güzeldir,annesinin sevdiği sestir ve durma der oğluna. Yusuf çalarken annesi pencereye doğru gider, uzaktan birileri sosyalizmin kızıla sarılı tabutunu görür. Bu Yusuf’un tabutudur ve Yusuf kendi ağıtını kendisi yakmaktadır..

Hiç yorum yok: