Advertisement 300 X 250

17 Temmuz 2009 Cuma

Kaç kişi bizle beraber olabilir

Gerçeğiyle oturup kalkmalı insan, gerçek sandığı şey için kısır dönerek ya da ona kendinde yeri olmayan bir şey katarak kendinin dışında cebellenmemeli ve çemberselleştirmemeli varlığını.

İyi günde kötü günde diye klasik ve doğru bir başlangıç cümlesi vardır. İyi gün diye vuku ve tanım bulan gerçekliğin alıcısı ne kadar çok ise karşıtı olan kötü günün de bir o kadar karşıtı vardır; dolayısıyla senin kötüne karşıt olan.

Kimse kendi kötüsüne başkasının karşı olmasına sevinemez, ama başkasının kötüsüyle de beraber olmak istemez.

Çabalayan insan figürü eğer çok gerilere gidersek homo habilis çok işlevsel bir yakınımız değilse bile erectus tan sonraki süreçte evrimin bir sonraki basamağı sapiens oldukça iyi bir çaba örneğidir ve ardılları düşünen, düşündüklerini paylaşan, sevişen, hatta seven bir türe önayak olmuşlardır, İyi etmişlerdir. Döngünün parçası olan modern insan ın söylemleri nasıl bir yaşanmışlık ürünüyse biz de gerçekleri analiz etmeye de söylemleri birincil çıkış noktası olarak ele alırsak ne günahkâr ne de saçma bir işe kalkışmış oluruz.

Bir çıkış noktası belirlemek; gireceğin her boşlukta kaybolmama rahatlığını size bağışlar.

Teoride insan ahlak felsefesinde de, sosyolojide de, din öğretilerinde de iyi ve güzel(pragmat-estetik) ya da doğru ve pratik işlev taşıyan yönelimlere itilmiştir. Bunu tersyüz edersek yaratmaktan ziyade yaratılmış yani hazır elde var 1 olan tercihleri daha çok tutmuşlardır. Kendisiyle yüzleşen insan, kendini sorgulayan insan ne kadar ben olabilirimi sorgulamış bu gerçekliklerden sonra ve artık ideal denen arayışa girmiştir. İdeal kelime anlamıyla olması gerekene bakar bu yüzden de idealizm akımı da ahlak felsefesinde kısmen de reel politikte prim verilen şeye ne kadar yaklaştığımızla ilgilenir. Ne kadar yaklaşırsanız ona o kadar iyisiniz der. Bu düşünce kendinizi bırakın bizi dinleyin demekse ne kadar; bizim de o kadar ham ve safiyane yaratıklar olduğumuzun hakkını bize teslim eder.

İdealizmin yapmacılığı/yapma yaratımcılığı insanın mutsuzluğunun olması gerekende olduğu yalanıyla, tam tersine var oluş felsefesi de çözüm getirdiği bilinç-insanının kendi temellerini evirerek kendinden bir ideler bütünü üreterek özünden önce gelen varlığını başa koyarak bensel(kendi-temel gerçeklik/yaratım) kavramına değer verir ve kendinden geleni yani kendi unsurunu ortaya koyarak ispatını herkesin kendi üzerinden yapacağı insan üzeri gerçeklik sunar ve şaşırılmaya ve şaşmaya; yani alıntı ve ödünç başarı veya değerler peşinden gitmeyerek insan olmanın en temel hakkını yine kendine verir, ödüllendirir.

Dışarıdaki birilerinin gözlerini kullanalım şimdi. İçerde olmayan kişi hep olumlanan özelliklere değer verir alışılmışlığın da gösterdiği şekliyle. Sizin veya başkasının neyi eksik diye değil de neyi tam diye işe girişir ve burdan hareketle eksik diye adıllandırdığı perspektifiyle beraber kendini de bir kenara bırakır, çünkü onun için önemli olan sizin ona bağışlayacağınız pragmatizmdir. Faydacı insan 21. yy a damgasını vuran insan modeli olarak nam salmıştır aslında çok ta zıt bir şekilde. Tarihe baktığımızda insanlar ihtiyaçlarını ancak beraber üreterek(avcılık, tahıl üretimi, toplayıcılık vs) karşılayabiliyordu ve beraberlik unsuru istek olarak değil de bir mecburiyet göstergesiydi. Şimdi ise iyileşen şartlara bakarak denilebilir ki artık çoğu şeyde bir insan diğer bir insana ihtiyaç duymuyor(iş bölümünden bağımsız) duygusal ihtiyacın dışında ama nasıl bir şeydir ki duygu itibariyle insanlığın katı ve müsamahasız yani içten pazarlıklı olduğu bir dönemde bu kadar insanı ilişkilerin had safhada olduğu bir çağ sizin için hiç de dostluk, arkadaşlık, akrabalık veya iyilik kavramıyla açıklanabilir? Fayda unsuru, yararlılık yüzdesi gibi kavramlar mı az önce saydığım insani bakış açısı mı bunu açıklayabilir. Ben ilkinin pek de kulağa mantıklı geldiği kanaatinde değilim ya da gerçeğe uzaklığı: en az atlas okyanusunun bize olan uzaklığı kadar görünüyor.

Bize gelen ya da bizim vardığımız insanlara uzun bir deniz yolculuğunun sonunda bir limanda demirlediğinizi düşünün. Limanda konuştuğunuz cümlelerin toplamı ya da deniz yolculuğu hakkındaki fikirleri mutlaka onun gerçeğidir. Birisi diğerinin tamamlayıcısı ise tamlayanı bularak tamlananı da bulabilirsiniz. Limanın son olduğunu mu sorabilir size, deniz yolculuğu bitmiş midir? Bunlar mı ilgilendiriyor onu yoksa deniz yolculuğunun güzelliği ve limanda demirleyerek aslında deniz yolculuğu hakkındaki fikirlerini sizinle paylaşmak mı? İki düşünüş şeklinden birisi mutlaka bize yakın olandır ve yargılarımız bu gibi perspektiflerle şekillenir. Ama asıl önemli şey burada ve belirleyici olan güzel olsun ya da olmasın denizi yaşayıp yaşamadığı ya da liman özlemiyle kendini harap etmesi yani var olana verdiği değeri bir kenara bırakıp olmasını istediği şeye yaklaşma hevesiyle olanı bertaraf edebilme gerçeği ya da yanlışıdır. Göz önünde olandan gözlerini kaçırmak ve gözün görmek istediği şeyi görmeye odaklanması gerçeklerden nasip alamayacak, anı anlamayacak ve öze inemeyecek yanlış bir düşünüştür.

Adanış kendimizizdir. Kendimizi adadığımız şey bizde var olan ve varlığını var olan üzerinden katmanlayarak ilerleyecek olan şeylerdir ve ulaştığımız en son limanda kendimiz varızdır. O limanda eğer bizden başkası varsa o da yine varlığının farkında, gerçeğini bulan ve onun üzerine sağlamlaştırdığı benliğini her geçen saniye var olma serüvenine, doğrusuna deniz yolculuğu gerçekliğiyle yaklaşır, bize yaklaşır hatta o bizimle olandır. Bizde var olduğunu bildiğimiz şeyleri başkasıyla paylaşırız. Bunun aksi sağlamsızlığı önceden garanti altına alınmış betonuna fazladan sıvı karıştırılmış çürük bir temele kat çıkmaya benzer. Bu kendi varlığına tahammül kabiliyeti ve cesaretini değerler gösterebilen kendisini başkasının koyduğu silsilesi saçmalığıyla uğraşmayacak kadar tam bir insan ve birey kavramının özgüllüğünü kanıksamış farkındalığı olan bir insana yakışan tavırdır.

Hiç yorum yok: