Advertisement 300 X 250

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Bin yedi yüz sekiz

Neden şimdi yazmak istedim bilmiyorum…akşam inmeye hazırlanırken ruhumun aynasına,belki de en çok bu saatte geçmiş bir zamana korkusuzca eğilebilmeyi umuyorum…
kimi yolculuklar başka şehirlere,başka dünyalara yapılmış gibi görünse de aslında insanın ta içine,derinine,yüzleşmekten korktuğu benliğine doğru yol alır…yol aldım karanlığıma…karanlık yüzüme…bir intihar şarkısıyla süslediğim çıldırışa doğru…yol…aldım…
dönüp bakmadım ardım’a giderken..ardım’da bana ait olmayan onca şeyi bir kez daha sahipsiz bıraktım…bir kez daha kanıtladım içimin ateşinde yitip gittiklerini…
belki de ilk kez o gün fark ettim boynumun üzerinde duran ağırlığın başım değil sorumluluk duygusu olduğunu…ve yolculuk boyunca o ağırlıkla yaptığım savaşta nasıl güçsüz düştüğümü…üstelik yenilmemişken bile kaybetmiştim! yenilmeden kaybetmiştim…ne tuhaf…
yol aldıkça kopuyordum ardım’dan…yol aldıkça beni oraya bağlayan ipler çözülüyordu…bir sancı gibi içime düşen anlık mutluluklarla iyice sönükleşiyordu görmek istemediklerim…ruhumun gözenekleri bir bahara uyanıyordu…yüz yıllık bir ferahlamayla gevşiyordum…artık düşünceler yok,düşler vardı…
geldim…
sesin,soluğun,suskunluğun…herşey…herşeyi bilincimin karanlık kumbarasına aldım…zaman geçtikçe değeri artacaktı biriktirdiklerimin…aldıklarımla hayatta güç bulurken,içimde ezilecek,küçülecek,korkaklaşacaktım…ve bunu nedense yine yokluğunda anlayacaktım…
yağmurla,karla,fırtınayla sınanmış duvarların ardından geliyordum sana…ve yalancı bir sesle karşında umutlu şarkılar söylüyordum…umutsuzluk kadar yakışıyordun içime…bir daha tekrarı olmayacağını bildiğim o sıcaklıkta kusursuz bir ölüm düşlüyordum kendime…hiç kimsenin yankısı olamayacak bir ölüm…sen öyle dünyadan aşırdığın sözcüklerle anlatmaya çalışırken avuçlarınla sayıkladığın o kör kuyuyu,ben sağır hesaplarımla masumiyetine diz çöküyordum…yüzündeki aydınlığı hayatıma çok görüyordum…bilmiyordun….
kurşunlardan önce zayıf suretleri vurmuş ve bir tramvay sesine vurulmuş çocuk bakışın….o bakışta gizlenmiş, öyküsü çok kanamalı bir adam…istesem sana anlatabilir miydim kimi sabaha bağlanmamış gecelerin yıkımını…? sana bazen hayatın yüreksizce söylenmesi gereken bir nakarat olduğunu…ve yüreksizken kimseyi kendin kadar sevemeyeceğini…bilebilir miydin bunu sen?
ya da orda,yanında,bakışında,avuçlarının arasında çocuk yüzümü tükettiğimi bilebilir miydin? sözlerimize bile sığmayacak bir ihtimalle orda,seninle,sonsuza dek hayatı sövmeye gönüllü olduğumu bilebilir miydin? bu sessiz hesaplarda içimi konuşturmaya çalıştıkça orda benden ayrı,benden uzak,bana yabancı bir sürü konuk ağırladığımı…bir sürü davetsiz konukla yüzümü bölüştüğümü ve herbir yüzde başka bir yurt olduğumu………….bilmezdin.bilemezdin…
çünkü seni özledikçe başıboş sözcüklerimi,gittikçe çoğalan kimliklerimi eğitmeyi öğrenmiştim…bütün bedenim,bütün ruhum seni çağırırken sessiz kalmayı öğrenmiştim…mutluluğun ‘yaşanan’ değil ‘hatırlanan’ olduğunu ben sana daha varmadan öğrenmiştim…ve bu öğrendiklerimle hissettiğimden başka biri olmaya da mahkum etmiştim kendimi.. kaybetme korkusunu bir mum yakarak sevimli kılmaya çalışmayı…sanırım öğretmiştin,törpülemiştin beni iyice…bir şekle sokmuştun artık dökülmeye,akmaya,geri çekilmeye hazır benliğimi…seni kaybetmeyecek kadar bir başkası olmayı…bana sen…..sen….
sana gelirken kendimi bir daha yaşanması mümkün olmayan bir hayata kilitlediğimi…anlarla sınırlandırılmış kalp atışlarımı….cehennemin dünyada yaşandığını….hiç….hiçbirini….hiçbir şeyi….bilmiyordun…
geri döndüğümde kendi ateşimde kavurduğum bir çöl bulacaktım ardım’da…bile bile çıkmamış mıydım bu yola? bile bile….bile bile…ve yazık ki eve geri dönmek diye birşey de vardı her şenliğin sonunda…çocukça bir arzuyla uzatmak istediğim o şenlik,hayatın gerçekleriyle bir kabusa dönüşüyordu yalnız kaldığımda..
evet…kimi yolculuklar gidişi dönüşe mecbur kılar…dönmemek üzere çıkılabilecek yolculuklara rastlamadım hiç…hele bir sevdaysa çağıran…bir aşk uzaktan ışık yakıyorsa….dönmek…kader oluyor galiba…ve kader dediğimiz şey umutsuz zamanların toplamı olunca sözcükler geri çekiliyor…
şimdi balkonda oturup çok uzaklara bakışlarımı diktiğim akşamın bu saatinde; biraz kırgın,biraz kabullenmiş,biraz hüzünlü bir çocukluğa veda ettiğimin farkındayım…çok uzaklardan belli belirsiz bir ses:’keder eş oldu yenemiyorum ah sensiz…baldan tatlı sözlerinle gül bana..’
şarkı bitiyor…şarkı da bitiyor..ellerim klavyede…parmaklarım ilan ediyor hayatımın geri kalan kısmının anlamını:
artık bir kadınım…her hücresinde ayrı bir sır taşıyan…

Hiç yorum yok: