Advertisement 300 X 250

20 Ağustos 2009 Perşembe

Şev tê bîra min, tu xewnek pûçî

“Xwezika min zanîba ka tu çawanî
nav baxê gula de tu bûyî mêvanî”
diye başlayan ama devamındaki sözleri bir türlü yazabilecek kadar anlayamadığım bir “sitran” dinliyorum saatlerdir.
Erdewan Zaxoyî söylüyor “Xatira Dixwazim” sitran’ın ismi, uzunca olmasa da bir uzun hava ile başlıyor. Tesadüfi denk geldim ve dinliyorum.
Buraya kadar her şey normal gibi görünüyor olsa da, hayali olarak tahayyül ettiğim(!) bir zaman ve mekanda buluyorum kendimi.
Olmaması gerekse de ortam siyah-beyaz bir hal alıyor, malum nostalji dediğimizde sağ olsunlar eski fotoğraflar ve filmler sayesinde bizden yüz yıl önce yaşanan veya yaşayan her şeyin siyah-beyaz ve renksiz olduğunu belleğimize yerleştirmişler biz farkında olmadan.Bu sebeptendir ki, hayalimdeki tahayyül siyah-beyazın aslında bir aldatmaca olduğunu bile bile ötesine geçemiyor.
Zaten tek sorun bu da değil, ortalama olarak yüz yıl öncesini siyah-beyaz sanan bizler (sanmayanları tenzih eder ve kutlarım) daha geriye gittikçe hayatı minyatürler sayesinde renkli görürüz, dikkat edin renkli görürüz ama bu kez de abartılı insan ve hayvan çizimleri hareketsiz olduğundan neredeyse onları da hayatlarını hareketsiz bir şekilde idame eder bir şekilde tahayyül ederiz.
Teknoloji ilerledikçe harekete kavuşan görüntüler,bununla birlikte renksizleştikçe basitte olsa bir çelişkiye sebebiyet veriyor değil mi?
Ha, daha da ileriye(ileriden kasıt geridir, bir nevi moon walk, rahmetli ! ne güzel yapardı) gidersek örneğin m.ö 10,000’lere zaten çelişkinin kralı karşılar bizi, her şey animasyondur artık o gariban belleğimizde.
Tabi o zamanları yaşayanımız olmadığından da gariban belleğin de bir suçu yok galiba.
Mesele bu değil, benim bir türlü o eski zamanları hayalimde renkli olarak tahayyül edemiyor olmam mesele.
Hatta o en güzel olduğuna inandığım zamanları siyah-beyaz olarak hayal etmemizi aslında gizli bir gücün istiyor olma paranoyası bile var bende.
Özlemini çekmeyelim,bahsedildiğinde bilinçaltında “lan zaten her şey siyah-beyaz, zevksiz bir dünya, ama şimdi öyle mi her şey daha canlı, yaşasın teknoloji ” sesleri yankılansın diye.
İşte o renklendiremediğim zaman ve mekan, bütün baskılara rağmen sanki daha önce yaşadığım ve tadına doyamadığım bir lezzetin özlemini yaşatıyor bana.
Sadece ve sadece bir rüyada görerek aşık olunan bir güzelin, kim olduğunu, nereli olduğunu, ismini bile bilmediği bir güzelin, gözlerini unutmamak için hergün rüya görmek isteyen bir aşık…
Biliyor ki gerçekte asla göremeyeceği o gözleri ancak rüya görmeye devam ettikçe görecek.
İnsanlığın modernlik, medeniyet ve teknolojisine bugün baktığında güldüğü bir dünyanın, bugünden daha çekici gelmesi ve hiç yaşanmamış olsa da özlenmesini garipseyenlere ısrarla reenkarnasyonu savunup sıyrılabilirisiniz.
Hatta sıyrılmakla kalmaz, eskiye özlemi garipseyen/hor gören o “belengaz” lara daha kültürlü modern vs. görünürsünüz.
Eskiyi özlemenizi kabullenmeyenler, reenkarnasyona inanmasalar bile nedense size hak verebilirler.
Tabi bazısı ısrarla kabullenmez, dinlemez reenkarnasyon falan “ bak internet, bilgisayar, telefon, playback, facebook hatta elektirik bile eskiden yoktu” der dururlar.
Daha da kızıp “düşünsene msn yok, hakkarim.net yok, bunlar olmadan bir dünya düşünemiyorum” bile diyebilirler.
Siz ne kadar “dünya, bu saydıkların olmadan yaşanmaz bir yer olsaydı, sende olmazdın o zaman” deseniz de nafiledir.
Çünkü mesela hakkarim.net hayatın ta kendisidir, hele bir de sanal bir aşk edinip, puanı 1.600’ün üzerine çıkarttın mı değmeyin keyfine…
Halbuki kıytırık okey salonlarının bile bir değeri vardı, en azından bayat ve zehir gibi olsa da çaylar gerçekti…
Şimdi teknolojiyi ve anlamsız ilerlemesini kabullenemiyor olsam da, dünya kendini yıkmaya doğru ilerlerken yanında istemeden de yürüyen biri olsam da, eskiyi özlememi hiçbir teknoloji engelleyemese de, teknolojiye mahkum olmamı da hiçbir “eskiye özlem” engelleyemiyor.
Suçlu kim, mahkum kim, cevabı hepimiz biliyoruz.
Sitran’ın son anladığım sözleri;
“…
şev tê bîra min, tu xewnek pûçî,
kesî negote min, evîn firoşî,
bo çi cana min, tu min difroşî,

çawa nekim, qîr û hewar û gazî…”

Hiç yorum yok: